Erkekler benden elektrik almasın diye bana kendilerince ‘topraklama’ yapmışlardı.

Merhaba, sitenizi bugün tesadüfen keşfettim ve bana bu denli benzeyen insanların yaşadıklarını okuyunca, tüm günü sitenizi okumakla geçirdim. Dünden beri de okuyorum. Birbirinize böyle güzel destek olduğunuz için gerçekten çok sevindim. İnsan, kendi gibi insanları görünce yalnızlık hissinden bir nebze de olsa kurtuluyor. Ben de benzer şeyler yaşadım ve şimdi bunları siz genç kader arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum.

Benim hayatım çok uzaklarda başladı. Almanya’ya göç etmiş Anadolulu bir ailenin ilk çocuğuyum. Aynı zamanda ailedeki tek kız çocuğu olduğum için küçük yaşlarımdan itibaren her türlü çifte standarda maruz kaldım.

Babam, cahil ve geri kafalı bir köylü çocuğuydu. Bildiği dini bilgilerle beni yetiştirmeye çalıştı. Okuma yazma bilmeden önce, Kur’an okumayı öğrendim. 5 yaşında Kur’an okumayı biliyordum, 8-9 yaşımda Yasin suresini ezberlemiştim. Annemin de babamdan geri kalan bir tarafı yoktu. Bir hatamızı görünce affetmez, acısını bizden en sert biçimde çıkarırdı. Annemin ‘el âlem ne der’ kaygısı aşırı yüksektir hatta bu korkusu, Allah korkusunun önüne geçiyor desem abartmış olmam.

10 yaşımda kapatıldım. Çok utandığım ve bunu istemediğim halde mecburen taktım. Annem-babam çevrelerine karşı benimle bir nevi hava atarken, ben utancımdan yerin dibine giriyordum. 10 yaşında olduğum halde ağlayıp karşı gelmek gibi bir lüksüm yoktu çünkü biliyordum ki karşılığı ağır dayak olacaktı. Özgürlüğüme prangalarını vurmuşlardı artık. Erkekler benden elektrik almasın diye bana kendilerince ‘topraklama’ yapmışlardı.

Genç kız olduktan sonra bütün güzelliğim gölgelenmiş gibi hissetmeye başlamıştım. Zaten topuz yapmak, makyaj yapmak, dar veya güzel renkli kıyafetler giymek bunun öncesinde de yasaktı. Kıyafet almaya hep ailecek giderdik. Babam, aldıklarım dar olmasın diye üstümü başımı iyice kontrol ederdi. Azıcık dar bir şey istesem “Olmaz, erkeklere ‘Benim burama bakın’ mesajı mı vermek istiyorsun?” derdi. Buna, o yaşlarda anlam veremezdim. Ayrıca dışarı çıkmak ve kız arkadaşlarımla gezmek, oynamak da yasaktı. Keşke bir kız kardeşim olsa da onunla dertleşebilsem, diye çok iç çekerdim.

Hiçbir hobim yoktu ve olamazdı, okuldaki yüzme ve beden eğitimi derslerine katılmama bile izin vermediler. Sınıf arkadaşlarım yüzerken ve eğlenirken, ben kenarda onları izlemekle yetiniyordum. İçim gitse de bana bunların günah olduğu söylendiği için kendimi dizginliyordum. Bu yüzden gizli saklı hiçbir şey de yapmamıştım. Şimdi düşününce; resmen, medeniyetin göbeğinde her türlü bilgi alma kaynağımı kısıtlayarak, her şeyi yasaklayarak tamamen izole şekilde büyümeme neden olmuşlar. Hiç uyanmayayım diye, gerçekleri görmeyeyim diye gerçekten çok uğraş vermişler.

Ayrıca o yaşlarda bir bez parçası neler değiştirebiliyormuş, nelere kadirmiş; bunları yaşayarak öğreniyordum. Kimi kesim için artık dinci bir yobazdım, kimisi için iyi ve namuslu bir kız; kimisi için de ‘kadındım’. İnsanlar bana bir tuhaf bakıyordu, bana sanki büyük bir kadınmışım gibi davranıyorlardı. Çocuk halimle birçok ön yargıya maruz kaldım.

İçim kıpır kıpır bir çocuk iken görüntü olgun bir hanım ablayı andırıyordu. Ne bir oyun oynasam yakışık alıyordu ne de sınıf içi bir etkinliğe katılmak istiyordum çünkü biliyordum ki eğreti duruyor, orada sırıtıyorum. Gençliğim gözümün önünden akıp giderken yalnızca izlemekle yetinen ben ve doya doya gençliklerini yaşayan Alman diğer gençler. Bu Türkiye’deki gibi bir şey değil. Yani aramızdaki uçurum aşırı fazla idi. Bırakın disko/kafe gibi yerlere gitmeyi; onlar gözümün önünde öpüşüyor, cinsellikten bahsediyorlardı. Ben bunları geçmiştim, sadece saçımı rüzgâr okşasa yeterdi. Zamanla bu durum tabii ki bir çöküntü ve depresyon meydana getirdi. Okulu çok seven ben, bu tip sorunlar yüzünden derslerime çalışmamaya başladım. Notlarım kötüleşti. Zaten ödev yaparken “Boşuna o kadar yorma kendini, okutmayacağım seni” diyen bir babam ve kitap okuduğum zamanlar “Dantel örmüyorsun, anca böyle boş boş kitap oku” diyerek bana kızan bir annem vardı. Okulu çok severken ondan böylece soğudum.

Bunlar yetmiyormuş gibi sudan sebeplerden dayak yerdim. Bir gün lavaboda ayna karşısında kendi kendime saçımı örüyorken, içeri dalan babam beni böyle gördü, saçımdan tuttuğu gibi sürükledi ve oturma odasında bana adeta ‘meydan dayağı’ çekti. Annem hiç müdahale etmedi. Oysa ne yapmıştım ki? Sadece evin içinde, hatta lavaboda, kendimce saçımı örüyordum. Neymiş efendim; ben neyin kafasını yaşıyormuşum, yoksa biri mi varmış da saçımla o yüzden ilgileniyormuşum! Suçsuz olduğum halde sırf onun paranoyaları yüzünden dayak yemiştim. Ardından yine ben vicdan azabı çekerdim; acaba hata mı ettim, onları üzecek bir şey mi yaptım diye kendimi suçlardım. Bütün sebebi dindi bu zulümlerin; birkaç huri düzüp şarap içmek uğruna kızının hayatını mahveden bir ‘babam’ vardı. Hâlâ inanıyordum ama bir yandan da içten içe nefret ediyordum bu dinden; günah diye, yanarım diye bastırıyordum kinimi. Bu, 18 yaşıma kadar böyle devam etti.

Yıl 2006. 18 yaşıma geldiğimde Türkiye’ye temelli dönüş yaptık. 1 yıl sonra zorla evlendirildim. Yine bir şeye zorlanmıştım ama diğerlerine göre bu çok daha fenaydı. Ben o zamana kadar dua ederken ne para ne pul ne şan ne şöhret dilerdim, tek dilediğim seveceğim bir eşti. Allah’tan en çok dilediğim aşk da nasip olmamıştı bana vesselâm. Niye Allah dilediğim tek isteği de çok gördü bana, diye çok düşünürdüm.

Eşim, şansıma iyi biri çıktı ama onu sevmiyordum, hâlâ da sevmiyorum. Hemen ardından, 1 yıl gibi bir süre sonra, bir oğlum oldu. Bu esnada eve internet bağlatmıştık. Tesettürle ilgili ayetleri araştırıyordum çünkü böylece İslam’da başörtüsü olmadığını ispatlayacak ve bunu çıkarmanın kendimce bir yolunu bulacaktım. Araştırma yaparken bazı ateist forumlara denk geldim; sosyal medya diye bir şey yoktu o zamanlar, forumlar vardı. Başta onlara önyargılı davrandım ama okumaya devam ettikçe dinimden şüphe duymaya başlamıştım. Bu insanlar Türk oldukları halde nasıl inançsız olabiliyorlar, diye şaşırmıştım. Almanlar Müslümanlığı bilmediği için inanmıyorlardı belki, peki bu kişiler Türk oldukları halde nasıl inanmazlardı? Okudukça şüphelerim artıyordu. İmanımın adeta camdan olduğunu hissettim, hemen ‘kırıldı’. Çünkü bilinçli bir inanma değildi benimki ve babam çoğu şeyi ‘kafamız karışmasın’ diye bize hiç anlatmamıştı. Bunu, kendisi de sonradan itiraf etti. İlk kez duyduğum bazı şeyler bende şok etkisi yaratmıştı. Adeta dinimi ‘dinsizlerden’ yeniden öğreniyordum.

23 yaşımdayken eski imanım ya da inancım yoktu artık. Aileme ucundan kenarından anlatmaya çalıştım bu durumu ama tepki alınca her defasında geri vites yaptım. Onları değiştiremeyeceğimi anlayınca, ben de çevremi ve kendimi değiştirmeye karar verdim. Bu yüzden önce ekonomik özgürlüğümü elime almam gerekiyordu. Oğlum olduğu için iyi bir iş edinmeliydim. Çocuğum olmasaydı anında boşanır, herhangi bir işte çalışırdım ama çocuğunuz olunca o kadar kolay olmuyor. Açıktan lise okudum, lise denkliğimde sıkıntı çıkınca liseyi burada tekrar okumak zorunda kaldım. Ardından üniversite sınavlarına girdim ve 5 yıllık bir bölüm kazandım. Sınıfta herkes benden küçüktü, bu yüzden benimle dalga geçenler de oldu. ‘Ne gerek var bu yaştan sonra okumaya, rahatına baksan keşke’ diyenler oldu ama ben hiç pes etmedim. 2019 yılının temmuz ayında mezun oldum ve şimdi 32 yaşımda KPSS’ye çalışıyorum. Umarım atanırım ve boşanma davası açıp seçmediğim ve sevmediğim eşimden, tercih etmediğim bu yaşamdan ve çocukluğumu/gençliğimiözgürlüğümü çalan bu bez parçasından kurtulurum. Dediğim gibi, bir çocuğum olmasa çoktan boşanırdım ama oğlum olduğu için birçok gelgit yaşıyorum. İnsanın bir çocuğu olunca, bir kere değil bin kere düşünmek zorunda kalıyor. ‘Özgür olsam kaç yazar, oğlum mutsuz olduktan sonra’ diye düşündüğüm çok oldu ama böyle de ben eriyip tükeniyorum. Tarifsiz bir tükeniş bu; ne yaşıyorsun ne de ölmüşsün.

Bazen hayata geç kaldığıma dair bir his kaplıyor beni ve akabinde içimde bir hüzün oluşuyor. Sanki ölmek için erken ama yaşamak için de çok geç. Ama sonra yapmadıklarımdan pişman olmaktansa yaptıklarımdan pişman olmayı yeğlerim diye iç geçiriyorum. Kafam karışıyor vesselâm; arafta bir yerdeyim işte. Ama ne olursa olsun, artık kendi hikâyemi kendim yazmak istiyorum. Oğluma ve kendime yeni bir hayat kurmak istiyorum. Yobaz insanlardan ve yobaz ailemden uzakta bir hayat istiyorum. Artık insan gibi yaşamak, kendim gibi olmak ve kendi tercihlerimi kendim vermek istiyorum. Başarır mıyım? İnanın ki bilmiyorum ama ben denemek istiyorum. Hem niye onların verdiği kararları ömür boyu sürdüreyim ki? Sonuçta, zararın neresinden dönersem kâr; değil mi?

Not: Bu arada; sizler, hem bekâr olduğunuz hem de genç yaşta böyle imkânlara sahip olduğunuz için çok şanslısınız, öncelikle bunu bilin. ‘Gençliğim gitti’ diye asla üzülmeyin. Daha ömrünüzün baharındasınız. Teknolojinin ve böyle platformların sayesinde birbirinize destek olabiliyor, birbirinizden fikir alabiliyorsunuz. Ben bu imkânlara sahip olamayıp bunca yılı heba olmuş biri olarak cidden çok üzülüyorum. Bazen bu geç kalmışlık hissi bana vazgeçmemi söylüyor ama umarım atanıp dilediğim gibi yaşayabilirim, en azından ömrümün son demlerinde…

(Görsel: Paula Rego)

Comments (4)

  1. merhaba, ”hiç uyanmayayım diye, gerçekleri görmeyeyim diye gerçekten çok uğraş vermişler.” sözün beni gerçekten çok etkiledi, aileler kendi inandıkları şeyler uğruna gerçekten bizlere oldukça şey empoze etmekte. hepimiz belirli faktörlerin, baskıların kurbanıyız. bunu yavaş yavaş da olsa yıkacağımıza ve kendi özgürlüğümüzü kazanacağımıza inanıyorum. kendi ayaklarının üzerinde durma hikayen bana ilham oldu açıkcası, kendimde güç buldum, daha ‘güçlü’ olabilmek için. yalnız değilsin. asla. ve başarabilirsin. yanındayız, ve bir gün kendi çizdiğin yolun geri kalanını okumak isteriz. şansın bol olsun. :’)

  2. öncellikle evet senin hikayen bir çoğumuzdan farklı daha iyi bir hayatın olabilseydi keşke desemde geçmişi değiştiremeyiz onun için şuanda önemli olan sadece senin ve oğlunun geleceği. Asla geç kaldım artık ne değişir deme yeni güzel ve istediğin dilediğin bir hayata başlayabilirsin meslek sahibi olarak tabi. Vazgeçme ne olursa olsun en azından oğlunun geleceğini kurtarabilirsin bu herşeyden yoksun insanlardan uzak bilgiyle doğruyla sevgiyle büyütebilirsin. Umarım istediğin olur dilerim ki yapamadığın ve içinde ukte olarak kalmış olan herşeyi yaparsın yaşarsın. Güzel haberlerini bekliyorum. Vazgeçmek yok ona göre :)…

  3. Tek basina bir cok zorlugu aşmış ,zihinine vurulan prangalardan kurtulmuşsun suan önunde sadece atama viraji kalmış bu son virajida gecince güzel bir hayata kavusacaksın.Bu kadar zorluğu aşan biri için son engelide aşmanin imkansız olmadigina ve elbet bunuda gerceklestirecegine tum kalbimle inaniyorum?Atandiktan sonra ki mektubuda sabirsizlikla bekliyorum ?

  4. Çabanıza ba-yıl-dım! Umarım dilediğiniz gibi bir yaşam sürebilirsiniz, umarım hayalini kurduğunuz her şeyi faaliyete geçirebilirsiniz. Yolunuz açık ve aydınlık olsun!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir