Tek başıma yürüyorum, ama asla yalnız yürümüyorum!

Merhaba.

Biliyorum ki burada baş başayız. Çünkü onlar bizim seslerimizi duymaya tahammül edemezler, bizi hiçbir zaman dinlemek istemediler, istemezler. Sorgulamaktan, bir şeyleri gerçekten anlamaktan korktukları için bu.

‘Benim’ diyebileceğim bir hikâye henüz başlıyor. Çünkü bu zamana kadar hastalıklı bir toplumu kendi hayatına jüri edinmiş; birbirlerinden, kendilerinden ve belki de çocuklarından nefret eden bir anne baba tarafından büyütüldüm ve belki onların takdirini kazanırsam sevgilerini de kazanırım diye benden direkt ya da dolaylı istedikleri her şeyi yaptım. Bu, toplumun onlardan istediği şeyleri de yaptım demek oluyor.

12-13 yaşlarındaydım. Bütün kız arkadaşlarım regl olmuştu, sona ben kalmıştım, hep anlatırlardı: ‘’Regl oldum diye annem yaz günü kalın çoraplar verdi’’, ‘’Annem bol bol su iç diyor’’, ‘’Annem bize anne kız paketi ped aldı’’ Ben de regl olduğum gün büyük bir heyecanla mutfakta bir şeyler yapan annemin yanına koştum, müjdeyi verdim. ‘’Hişşşt! Bağırma! Anladık!’’ diyerek beni susturdu ve işine geri döndü. Ee anne ped? Çorap? Su? İlaçlar? Hayır! İşte benim dünyam… Akşamına annem yanıma geldi ve başımı okşayarak artık çocuk olmadığımı, günah defterimin açıldığını, beni ‘böyle’ gören erkeklere 1 günah, onların beni görmesine sebep olduğum için bana 2 günah yazılacağını ve başımı örtersem bana çok yakışacağını, çok cici olacağımı söyledi. Konuşma boyunca hep saçlarımı okşadı. Sevgiye muhtaç bir çocuktum, her çocuk gibi.

Annem saçlarımı seviyordu, ben annemi. Hem günah, dedi; ‘’Allah yakar seni, cehennemden çıkamazsın.’’ Doğrusu bu, herkes böyle yapmalı, dedi.

Ben de ertesi sabah okula başımı örterek gittim. 7. sınıfa yeni başlamıştık. Ama okula gidince hiçbir şeyin evde olduğu gibi olmadığını fark ettim. Doğrusu neydi, anlamadım. Annem, herkes böyle yapmalı, demişti ama benden başka hiç kimse böyle yapmıyordu. Ben de arkadaşlarım beni öyle görsün istemedim. Çok utandım. Ama nasıl geri döneceğimi de bilemedim çünkü babam sabah beni gördüğünde gülümsemişti; takdir etmiş, belki de ilk defa sevmişti. Ama utancım hiç geçmedi.

Herkese ‘aramızda bir sır’ diye söyledim. Sadece arkadaşlarım gibi olmak istedim, yaşım gibi, çocuk gibi…

Okulda başörtüsü yasaktı, iyi ki de yasaktı, yasaklayanlara her gün içimden teşekkür ediyordum, babam akşam haberlerde üniversite önünde başını açarak okula girmek zorunda kalan öğrencileri görünce yasaklayanlara ‘şerefsiz’ diyordu, bense o yasak hiç kalkmasın diye dua ediyordum. Sınıfta yine herkes gibiydim.

Ortaokul, lise hep böyle geçti. Lise hayatımda babam beni okula arabayla getirirdi, arabada yazma ile oturur, lisemin olduğu sokağa girince hemen başımdan örtüyü çekerdim. Babam arkadaşlarımın beni böyle görmesini istemediğimi anlar, ses etmezdi, gerçekler yokmuş gibi yaşamayı severdi. Okula girince de eteğimi katlar, dizimin üstünde giyerdim. Bütün çocukluğum ve ilk gençliğim böyle geçti. Sonra yaşadığım küçük şehirden çok iyi bir üniversite kazanarak ayrıldım. Üniversite kayıt gününe ailemle geldik, kampüse babamla girdik, babam müstakbel okul arkadaşlarımı görünce bana ‘’Şu koskoca kampüste hem başarılı hem ahlaklı bir kız sadece seni görüyorum’’ dedi. Yani diğerleri belki zengindi, belki onlar da bir şekilde buraya gelmişlerdi ama onlarınki başarıdan sayılmazdı çünkü onların saçları, kolları, bacakları falan görünüyordu. Bunun ne büyük bir duygusal manipülasyon olduğunu ve 22 yılımı böyle şekillendirdiklerini çok sonra anladım. Tabii üniversitelerde başörtüsü yasağı kalkmıştı, benimse özgürlüğüm elimden alınmıştı. İlk defa bir okulda gün boyu başımı örtmem gerekiyordu. Bunu okuduğum 4 sene boyunca hiç içselleştiremedim.

Her gün kendimden nefret ettim, günden güne özgüvenimi yitirdim ve kimseyle konuşmaz oldum. 22 yılın ve belki 11 yıllık ikiyüzlülüğün sonunda artık aynalarda kendimle göz teması kuramayacak hale geldiğimi, üç kat aşağı inip markete gitmekten vazgeçtiğimi, hava çok güzelken ve rüzgar arkadaşlarımın saçlarını okşarken evde hep kapalı perdeler arkasında oturduğumu, yolda her yerim kapalıyken bile 12 yaşımdan beri beni taciz eden erkeklere bunu bir kere daha yaptıklarında yumruk atmak istediğimi ama bunu nasıl yapacağımı bilmediğimi, hadi yürüyüşe çıkalım diye yurtta kapımı çalan kızları hep giyecek ‘uygun’ bir şeyim olmadığı için reddettiğimi..

Yani kısaca hayatta yapmak istediğim her şeyden ailemin beni sevmesi, ilah edindikleri toplumun beni eleştirmemesi uğruna vazgeçtiğimi görünce ağlayarak karşılarına çıktım ve artık bunu yapamayacağımı söyledim.

Şimdi onlar orada, el âlem karşısında hala rol yapmakla meşgul; bense burada güneşin kollarımın rengini değiştirişinin, rüzgârın yıllar sonra saçlarıma dokunuşunun keyfini sürüyorum.

Bazen sırf canım istedi diye markete gidiyorum, bazen sırf canım istedi diye günde 3. kez yürüyüşe çıkıyorum. Tek başıma yürüyorum, ama asla yalnız yürümüyorum!

(Görsel: Diana Stoyanova)

Comments (3)

  1. mükemmel bir hikaye. hep böyle güçlü kadınlarla dolsun taşsın etrafımız.

  2. Ahiret var kardeşim…

  3. sığ ve basit karekterli, özenti bir kadının sacmalaması

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir