Biliyorum, cesaret etmezsem hiçbir zaman istediğim hayatı yaşayamayacağım.

Aslında görünürde verdiğim bir mücadele yok. Oysa bunun içimdeki yansıması sürekli mutsuzluğa sebep oldu, olmaya da devam ediyor.

Belki bir şeyleri en başından anlatmam gerekiyor. 26 yaşında, Türkiye şartlarında iyi bir kariyere sahip, yalnız yaşayan bir kadınım. Örtünün hayatıma girdiği anı hatırlamıyorum çünkü doğumla birlikte sanki örtülü olunur gibi bir gerçeklik vardı ve bende de böyle olmuş. Bütün küçüklük fotoğraflarımda başım, eski usul, önden saç görünüyor olsa da kapalı. Ben dışarıda saçlarımı hiç göstermedim yani aslında nasıl açık olunur hiçbir fikrim yoktu, hala da var sayılmaz. İlkokuldaki ilk günümü hatırlıyorum. Sınıfta başörtülüyüm, öğretmen sınıfta gezinirken her seferinde başımı açıyor; ben o an sanki çıplak kalmışım gibi tekrar hemen örtüyorum. Benim için ilkokul, ilk defa başörtülü olmanın anormal sayıldığı bir topluma dahil olmaktı. Öncesinde normal olanın, kadının yaşı kaç olursa olsun başörtüsü takması olduğu bildim öyle gördüm.

Arkadaşlarımın ‘’Seni ailen mi zorluyor?’’ diye sormaları hala aklımda. 7-8 yaşlarındayım ama kendim de ne olduğunu bilmeden, o küçücük halimle başörtüsünü savunmaya çalışıyorum.

İlkokul yıllarım yetiştirilme şeklimden ötürü “ben doğru, onlar yanlış” diye kendimi avutarak geçti. Sonra ortaokul ve lisede başörtünün yargılanmayıp desteklendiği dini kolejlere gönderildim. O zaman işte doğal ortamına kavuşmuş bir canlı gibi rahat ettiğimi hatırlıyorum. İlk sorgulamalarım lisenin son dönemlerine doğru başladı; kendimi delicesine iman etmiş sanıyorum ama aslında içim kupkuru. Din konusunda kesin düşüncelerim var ama bu dilimden öteye inmiyor. Verdiğim ilk savaş kendimin münafık olduğuyla ilgiliydi. Evet; madem her şeyi biliyordum, söylüyordum, yapıyordum ama hissetmiyorsam, sindiremiyorsam demek ki münafıktım. Bunun için çok çok üzüldüğümü de hatırlarım. Artık benden geçmişti çünkü her şey, kurtuluşum yoktu. Her şeyden haberdardım, öğreneceğim bir şey kalmamıştı ama hissetmeyi öğrenemiyordum.

Bir süre kendimi suçlayarak yaşadım. Ama bu zamanlarda bile başımın örtülü olmaması ihtimalini düşünemedim. Olabilecek bir şey değildi çünkü hayalini kurabilmek için nasıl olduğuna dair bir fikrim dahi yoktu. Üniversite yıllarında da yine başınızda örtü varsa, ilk andan itibaren arkadaş çevreniz ona göre şekilleniyor. Bir arkadaşım bana “Seninle daha çok Allah’a inandım” derken, ben içimde “benim inancım günden güne azalıyor, bunu nasıl ifade edeceğim” diye kendimle mücadele ediyor, bir yandan da hala dışarıdan “iyi bir Müslüman” imajı veriyordum.

İlk keskin kopuşum yaz okulu sebebiyle yurtdışında yalnız kaldığım 1 ay süresinde oldu. Orada bir arkadaşım ‘’Sizin Tanrınız kim?’’ diye sordu bana. O zaman güldüm. Çünkü biliyordum ki onun da benim de Tanrımız aslında aynı ama o bundan bihaber, üzüldüm onun adına. Akşamına düşündüm ve kendime kızdım, “Seni ondan üstün kılan ne, neden böyle bir bilmişlik, yukarıdan bakma hali oluyor” dedim kendime. Ama o zamana göre haklı bir düşünce sayılabilirdi çünkü her zaman doğruyu bulan Müslümanlar olarak biz kurtuluyorduk, diğerleri ateşteydiler, zarardaydılar. Böyle büyütüldüm, bana böyle öğretildi. (Aslında aile yaşantımdan, anne-baba profilimden de bahsetmek isterdim ama istemiyorum çünkü onları seviyorum ve yazıyı bir kişi dahi okuyacak olsa bile onlar hakkında kötü düşünmelerini istemiyorum.)

Sonra aslında çok güzel insanlar tanıdım ve hiçbiri Müslüman değildi. Kadınların hiçbiri örtülü değildi. Döndüğümde, dışarıdan da hissedilen içimdeki değişim bana heyecan veriyordu. Ailemi, özellikle babamı korkutan o değişim. Beni oraya gönderdiği için hala pişman olduğunu söyler. Sanırım dünyayı görmenin zihnimi açtığının o da farkında. Dini kimlikle tanınmaktan çok, daha sonraları “Sen nasıl o aileden böyle biri olarak çıktın” tartışmaları döndü. Keşke diyorum, arkadaşlarımın biraz daha desteği olsaydı; o zaman bu kadar yalnız hissedip her şey için geç kalmışlık hissiyle boğulmazdım. Ailemden destek göreceğimi hiç düşünmedim çünkü ihtimalinin hayalini dahi kuramadım. İlk görünür çabamdı: ‘’Artık çalışıyorum, yalnız yaşamak istiyorum.’’ Bu, benim ailemi tanıyan herkesi şaşırtacak bir şekilde oldu ama oldu, başardım. Türlü bahaneler; yol, yorgunluk, verimlilik vs. ile onları ikna ettim. Ailede benden büyük kardeşim dahi evde yaşıyorken benim çıkıyor olmam büyük bir mucizeydi. Bir de tabi önüme kendi evimi otel gibi kullanma şartı koyuldu. Çünkü evlenene kadar baba evi senin evindir. Kendi evime çıkalı henüz 1 yıl oldu.

Örtünün bendeki etkisi dini bir yükümlülükten öte korunma hissi vermesiydi. Dini diğer emirleri yapmaktan çok çabuk vazgeçebilmişken örtüden öyle kolay kopamıyordum. Hala başörtüsüzken çıplak gibi hissettiğim anlar oluyor. Sokağa, saçlarım açık şekilde ilk kez 25 yaşında çıktım; herkes bana bakıyor ve sanki yanlış bir şey yaptığımı söylüyor gibi geliyordu. Bir de saç nasıl yapılır açık mı bırakılır sadece taranıp mı çıkılır bilmiyorum, sanki örtüsüz korunamıyormuşum gibi bir his.

1-2 kez markete ve parka giderken başımı açtım, böyle böyle ailemin de haberi olmadan önce kendimi alıştırmaya çalıştım. Çünkü bir gün karşılarına çıkacak olsam, onlar da bunu kabul edecek olsa, cesaret edip yapabilecek durumda değildim.

Sonra ablama “Ben inanmıyorum artık” dedim. Ailemde buna şahit olan ilk insandı ve “Ne düşünürsen düşün, bu senin hayatın ve ben yanındayım” dedi. Hâlbuki dışlanacağım ve bir daha yüzüme bakılmayacak diye o kadar çok korkmuştum ki. 1 yıl içinde diğer kardeşlerime ve sonunda anneme de söyledim. Tabii söylediğim artık inançsız olmam değil, başörtüsü takmak istemediğimdi. Çünkü bu halime kendim de yeni alışabildim. Yılların sonunda çevreniz örtünüzden dolayı hep benzer bir kesimle dolu oluyor.

Her gün sürekli dini anlatma, beni doğru yola geri döndürme adına arkadaşlarımın telkinleriyle uğraşıyorum. Yalnızım, korkuyorum. Ama biliyorum cesaret etmezsem hiçbir zaman istediğim hayatı yaşayamayacağım.

Babamın hala haberi yok sanırım olmayacak da. Baba evinde örtülü, kendi evimde ben olacağım.

(Görsel: Celia Daskopoulou)

Comment (1)

  1. 7 yasindan ortuye giripte bu noktalara gelebilmek muazzam bir sey. once insanin kendini takdir etmesi ve sevmesi gerekiyor. sekurler yetismis birisinin bunu anlamasi zor ama hakkaten muthis bir basari.
    respect diyor ve hayat icin hepsine deger diyorum..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir